İNSANIN ANLAM ARAYIŞI
“Hakikat aramakla bulunmaz lâkin bulanlar hep arayanlardır.” diyor Beyazıd-ı Bistami Hazretleri...
İnsanoğlunun anlam arayışı, annesinin karnından dünyaya gözlerini açmasıyla birlikte başlar ve öldüğü güne dek devam eder bu serüven. Aramak var, aramak var. Önemli olan bilinçli bir zihinle neyi aradığını bulabilmektir.
Kur’an-ı Kerim’de herkesin bildiği Hz. İbrahim kıssası vardır. Hz İbrahim, putperest bir ailede dünyaya gelir, çocukluk dönemine geldiği zaman, sorgulamaya başlar. Kendisine bile faydası olmayan, acıkınca yenilen, üstüne insanı, Allah’a yaklaştıran bir aracı olarak kabul edilen putların nasıl olur da insanlar tarafından kutsal kabul edildiğini sorgular. Sonra bir gece yarısı yıldızlara bakar. Yıldızların parlaklığını görünce benim Rabbim bu der. Sabah olup yıldızlar ortadan kaybolunca benim Rabbim batanlardan değildir der. Daha sonra Ay’a, Güneş’e bakar. Onların da battığını görünce Allah’ın bütün noksanlıklardan münezzeh olduğunu ifade ederek, aklıyla Allah’ı bulmuş olur.
Hepimiz birer İbrahim’iz. O halde İbrahimce bir kararlılıkla, Tasavvuf’daki “İnsan-ı Kamil”derecesine ulaşmak için çabalamalıyız. Tabir-i caizse “Allah’la bir olmak”asıl gayemiz olmalıdır.
Bazen olur umutsuz durumlara düşeriz. Eğer umudumuzu yitirirsek her şeyimizi yitirmiş oluruz. Bu durumu Viktor Emil Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” kitabında geçen şu paşajla açıklamak istiyorum:
".... Bir keresinde, geleceğe inancın yitirilişiyle bunu tehlikeli pes ediş arasındaki yakın ilişkiye dair dramatik bir olaya tanık oldum. Oldukça ünlü bir besteci ve libretto yazarı olan kıdemli blok muhafızımız F, bir gün bana şunları söyledi: “Sana bir şey anlatmak istiyorum, Doktor. Garip bir rüya gördüm. Rüyamda bir ses, bir şey isteyebileceğimi, bilmek istediğim şeyi söylemin yeterli olduğunu, ne sorarsam sorayım yanıt verebileceğini söyledi. Ne sordum dersin? Savaşın benim için ne zaman biteceğini sordum. Ne dediğimi anlıyorsun: Benim için! Kampımızın ne zaman özgürlüğe kavuşacağını, acılarımızın ne zaman biteceğini bilmek istemedim.”
“Peki, bu rüyayı ne zaman gördün?” diye sordum. “1945 Şubat’ında.” diye yanıtladı. Rüyayı anlattığında Mart başlarıydı. “Rüyanda ses ne dedi?” “30 Mart.” diye fısıldadı saklamak istercesine.
F, bu rüyayı bana anlattığında hala umut doluydu ve rüyada ki sesin doğru çıkacağına inanıyordu. Ama vaat edilen gün yaklaştıkça, kampa ulaşan savaş haberleri, o gün özgür olmamızın pek de olası olmadığını gösteriyordu. 29 Mart günü F, ansızın hastalandı ve ateşi çok yükseldi. Kehanetinin, savaşın ve acıların kendisi için biteceğini söylediği 30 Mart günü hezeyana girdi ve bilincini yitirdi. 31 Mart günü ölmüştü. Dışarıdan bakıldığında ölüm nedeni tifüstü.
Bir insanın ruhsal durumuyla -cesareti ve umudu ya da bunların bulunmayışı- vücudunun bağışıklık durumu arasında ne kadar yakın bir ilişki olduğunu bilenler, umut ve cesaretin birdenbire yitirilmesinin öldürücü bir etkisi olabileceğini anlayacaktır. Arkadaşımın ölümünün nihai nedeni, beklediği özgürlüğünün gelmemesi ve ağır bir hayal kırıklığı yaşamasıydı. Bu, vücudunun uykuda olan tifüs salgınına karşı direncini birden bire düşürmüştü. Geleceğe olan inancı ve yaşama isteği felce uğramış ve bedeni hastalığa yenik düşmüştü; böylece rüyasında ki ses haklı çıkmıştı.”
Sözün özü, aramak yolda olmaktır. Bu yolda bazen ayağınıza taşlar, dikenler batacak. Bazen çakallar, kurtlar gözünüzü korkutacak. Kar fırtınaları, önünüzü göremez hale getirecek ancak Kaf Dağı’na ulaşmak için Zümrüt-ü Anka’nız olmak zorunda... Zümrüt-ü Anka’nız aklınız, Kaf Dağı’nız yani ulaşmak istediğiniz yer Allah’ın rızası ve insanların kalbi olsun...
En önemlisi, nerede olursanız olun, Allah’ın sizinle olduğu(Hadid 57/4) bilinciyle umudunuz “O” olsun...