Korkulan Başkanlık Sistemi Değil Halktır

AK Parti Yerel Yönetimler Başkan Yardımcısı Sayın Nazım MAVİŞ'in Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili açıklama.

                

Hemşerimiz  AK PARTİ MKYK Üyesi ve  AK Parti Yerel Yönetimler Başkan Yardımcısı  Sayın Nazım MAVİŞ'in Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili  Yenişafak Gazetesinde  çıkan yazısını sizlerle paylaşıyoruz.

 

Korkulan başkanlık sistemi değil halktır



Yeni Türkiye'yi inşa etmek ve ileri demokrasiyi tesis etmek için 10 Ağustos seçimleri önemli bir fırsattır. Türkiye ilk defa halk tarafından seçilecek cumhurbaşkanı ile yeni bir döneme girecektir. Fiilen yarı başkanlık sistemi oluşmuş olacaktır. Bu fiili durumu fırsat bilerek korkularımızı aşıp Türkiye'nin hayrına olan adımlar atılmalıdır. 

 

10 Ağustos 2014'te cumhurbaşkanı ilk defa halk tarafından seçilecek. 367 krizinden bir çıkış yolu olarak Cumhurbaşkanını halkın seçmesi yönünde yapılan anayasa değişikliği sonuçları itibariyle Türkiye'yi bir sistem değişikliğine icbar edecek görünüyor. 10 Ağustos 2014 sonrasında bugünkü siyasal sistemden hareketle Cumhurbaşkanı ve Başbakanın rolleriyle ilgili yapılacak analizler gerçekçi olmayacaktır. 10 Ağustos'tan sonraki süreçte siyasal sistemimiz açısından her şeyin bugüne kadar olduğu gibi olacağını düşünmek Cumhurbaşkanını halkın seçmesinin sonuçlarını anlamamak anlamına gelecektir. Cumhurbaşkanını halkın seçecek oluşu, AK Parti döneminin en dönüştürücü kararıdır. Bugüne kadar cumhurbaşkanları toplumsal taleplerin karşısında devlet refleksinin temsilcisi olarak konumlanmışken bu kararla halkın belirleyiciliğinin sonucu olarak toplumsal değerlerle uyumlu olmak zorunda olacaklardır. Bu kararın ne kadar dönüştürücü bir nitelik taşıdığı CHP ve MHP'nin Ekmeleddin İHSANOĞLU'nu aday göstermiş olmasından da rahatlıkla anlaşılabilir.

Öncelikle cumhurbaşkanının %50'nin üzerinde bir halkoyuyla doğrudan seçilecek olması geniş bir meşruiyet zemini doğuracaktır. Türkiye'de cumhurbaşkanları devletin başı olmasına rağmen meşruiyetleri hep tartışıla gelmiştir. 1980 sonrası dönemde Kenan Evren darbe koşullarının ürettiği bir ortamda demokratik meşruiyet dayanağından yoksun bir şekilde cumhurbaşkanı olmuştur. Turgut Özal ve Süleyman Demirel Meclis'te kendi partilerinin milletvekillerinin oylarıyla cumhurbaşkanı seçilmişler, Özal da Demirel de bu nedenle sürekli bir meşruiyet tartışmasının muhatabı olmuşlardır. Kaldı ki mevcut parti ve seçim sistemleri temsil ve meşruiyet açısından çeşitli tartışmalara neden olmaktadır. Temsil ve meşruiyet açısından ciddi sorunlar taşıyan parti ve seçim sistemlerinin oluşturduğu meclis tarafından seçilen cumhurbaşkanının meşruiyet gücü ile halkın seçeceği cumhurbaşkanının meşruiyet gücü kıyas bile kabul etmez.

Sistem değişikliği

Bu açıdan 10 Ağustos sonrası, meşruiyeti tartışmasız ve oldukça geniş bir cumhurbaşkanı olacaktır. Mevcut anayasal sistem içerisinde oldukça geniş hak ve yetkilere sahip cumhurbaşkanının halk tarafından seçilecek oluşu meşruiyet zeminini genişletmekle kalmıyor cumhurbaşkanlığı kurumunu sistemin tepesinde bir vesayet düzeneği olmaktan da çıkartıyor. Birtakım mahfillerde ve güç odaklarının icazetiyle belirlenen cumhurbaşkanı adaylığı her şeyiyle halkın onay vereceği bir niteliğe kavuşmak suretiyle, halkın yanında ve milletin değerleriyle uyumlu bir profile kavuşacaktır.

Cumhurbaşkanını halkın seçecek olması bir boyutuyla halkın siyasal sistemin giderek daha fazla öznesi olması anlamına geliyor. 10 Ağustos halkın özneleşmesinin önemli bir göstergesi olacaktır.

Bunlarla birlikte düşünüldüğünde, oldukça geniş ve önemli yetkileri bulunan ve halkın seçtiği cumhurbaşkanlığı, Türkiye'de güçlü bir şekilde sistem değişikliğini icbar edecektir. Türkiye 10 Ağustos seçimleri sonrasında, adı resmen konulmamış fiili bir yarı başkanlık sistemine geçecektir. Yeni Türkiye'ye yakışan bu fiili durumun yasal ve anayasal zeminini kurmaktır. Kim ne derse desin mevcut anayasal yetkileri ile halkın seçtiği bir cumhurbaşkanı yetkilerini kullanmak istediği takdirde fiilen yarı başkan demektir. Ve doğru olan artık Türkiye'ye dar gelen bu sistemi değiştirmek suretiyle fiili durumu yasal ve anayasal değişikliklerle desteklemek olacaktır.

Bundan korkulmamalıdır. Yeni Türkiye diyorsak, ileri demokrasi talep ediyorsak, bunun yolu yarı başkanlık bile değil başkanlık sisteminden geçmektedir. Başkanlık sistemi demokrasilerin en güçlü ve ileri formlarıdır. Eğer demokrasinin en önemli hedefi güç temerküzünü engellemekse ve bunun yolu da kuvvetler ayrılığından geçiyorsa Başkanlık sistemi bunu sağlayacak ideal bir formdur. Başkanlık sisteminin Türkiye'de kriz kaynağı olacağını iddia etmek yanıltıcıdır. Çok partili hayata geçtiğimizden buyana parlamenter sisteme dayalı bu ikili yapı çeşitli yönleriyle kriz üreten bir nitelik taşımıştır.

Yeni Türkiye ve toplumsal değişim

 

Parlamenter sistem içerisinde kuvvetler ayrılığı sürekli tartışma konusu olmuş ve yürütmenin hem yasama hem de yargı üzerindeki etkisi tartışılmıştır. Öte yandan Türkiye'de cumhurbaşkanlığı makamı devletin, dolayısıyla siyasal merkezin bir uzantısı olarak halkın ve toplumsal merkezin temsilini üstlenen parlamento üzerinde adeta bir vesayet düzeneği olarak konumlanmıştır. Bu açıdan Türkiye'de asıl parlamenter sistem hep kriz kaynağı olarak çalışmıştır. 1970'li yıllarda seçilemeyen cumhurbaşkanları, 1980'li yıllarda darbeye yaslanmış olarak seçilmiş ve darbe koşullarının devamını temsil eden Kenan Evren ve 1990'lı yıllarda sürekli yürütme ile çatışan 28 Şubat' ta askeri vesayetten yana tavır koyan seçilmiş hükümete karşı adeta blokaj uygulayan cumhurbaşkanları görüntüsü hafızalardadır. Bu itibarla Türkiye'de parlamenter sistem doğru işlememiş sürekli siyasal krizlerin kaynağı olmuştur.

Başkanlık sistemini tartışmaktan kaçınanlar ekseriyetle Yeni Türkiye'yi ve toplumsal değişimi kavrayamamış olanlardır. Bir yönüyle de halkın değerleri ve toplumsal talepler karşısında devlet gücüne dayanarak siyaset dışı yol ve araçlarla iktidardan pay almış kesimler devletin ve siyasetin bütünüyle halka açılacak olması karşısında iktidar imkanlarını yitirme korkusu taşımaktadırlar. Halkın belirleyici olduğu her durumda, halkın inançları ve değer yargıları ile barışık ve uyumlu sonuçlar doğmaktadır.

CHP halkın değerleriyle kavgalı olduğu sürece iktidara gelme imkan ve ihtimalinden hep uzak olacaktır. Hiçbir biçimde halkın değerleriyle kavgalı bir başkan seçilemeyecektir. Çatı aday olarak belirlenen ismin kimliği de aslında bunun göstergesidir. Korkunun kaynağı budur. Korkulan Başkanlık sistemi değil halktır. Halkın değer yargılarıdır.

Yeni Türkiye'yi inşa etmek ve ileri demokrasiyi tesis etmek için 10 Ağustos seçimleri önemli bir fırsattır. Türkiye ilk defa halk tarafından seçilecek cumhurbaşkanı ile yeni bir döneme girecektir. Fiilen yarı başkanlık sistemi oluşmuş olacaktır. Bu fiili durumu fırsat bilerek korkularımızı aşıp Türkiye'nin hayrına olan adımlar atılmalıdır. Doğru olan Türkiye'yi başkanlık sistemine taşıyacak yasal ve anayasal reformları hayata geçirmektir.

 

Yenişafak Gazetesindeki yazısına buradan ulaşabilirsiniz.