Birileri hakkında hep sormuşuzdur bu soruyu. Tanıdığımız insanlara üçüncü şahısları sorarız. Çevremizdeki insanların karakteri konusunda bir yargıya ulaşmak isteriz. Duyduklarımıza gözlemlerimizi de ekleyerek ilişkilerimizin düzeyini belirleriz. Bizim hakkımızda da soruların olduğunu bilir, insanlar üzerinde iyi bir izlenim bırakmaya çalışırız.
Sürekli bir arada olduğumuz insanların bulunmadığı ortamlarda nasıl biriyiz peki. Böyle durumlarda bu soruyu ancak kendi kendimize sorabiliriz. Bir insan hakkında değerlendirmede bulunmak ayak üstü yapılacak bir şey değil çünkü. Toplumda insanlar arasında ünsiyet bağı dışında kontrol mekanizmaları fazla gelişmediyse, kimse davranışlarına o kadar dikkat etmez. Rahatsızlık duyduğumuz birçok şey topluma sirayet eder. Kime ne diyeceğimizi bilemeyiz.
Toplumsal norm ve teamüller insani değerlerden bağımsız değil. Yani karakterimizi ve kişiliğimizi ortaya serer. Kütüphanede sessiz olması gerektiğini bilmeyen ya da bu kuralı önemsemeyen birisi sadece kütüphanede uyulması gereken kurallara uymamış olmuyor; aynı zamanda orada bulunanlara karşı nezaketsizlik yapmış, bilgi edinme haklarını ihlal etmiş oluyor.
İyi insan olmayı değerlendirme biçimimiz, toplumsal rollerimiz ve sorumluluklarımız söz konusu olduğunda soyut kalıyor. Davranışlarımızın ahlakiliği yakınlarımız ya da tanıdığımız insanlar ile münasebetlerimizden çevreye doğru gidildikçe azalıyor. Zayıf bağların bulunduğu kamusal alanda gözle görülür kusurlar işlemekten kaçınmakla yetiniyor, sadece toplumda infial uyandıracak, vicdanları yaralayacak olaylara duyarlılık gösteriyoruz.
Trafikte arkadaşlarıyla hız yarışı yapan genç, bir yayanın ölümüne sebebiyet verdiğinde bunun canilik olduğunu söylüyoruz. Ama memleketine giderken hız sınırını aştığı aracıyla kazaya karışan birisi hakkında suçlayıcı ifadeler pek kullanmıyoruz. Genç adam hakkında olumsuz yargıya ulaşmamızı çabuklaştıran sebepler ise şahsın bizde uyandırdığı züppe imajı ve kazanın oluş şeklinin neredeyse kasıtla işlendiği görüntüsünü vermesidir.
İyi niyetli olmamız davranışlarımızın sonuçlarının iyi olmasına yetmiyor. Davranışlarımızın sonuçlarının iyi olmasını hedeflemeliyiz. Uzun yola çıkan sürücü beraberindekilerin, kendisinin ve trafikte karşılaştığı başka insanların hayatına mal olacak bir kaza yaşamadan memleketine ulaşmak için kurallara harfiyen riayet etmelidir.
Bir insanın başkalarının hayatını da gözeten bir hassasiyet içinde olması hayat yolculuğumuza ahlaki bir boyut kazandırır. Başkalarına zarar/rahatsızlık vermemek temel ahlaki bir tutumdur. Ahlaki değerler, davranışlarımızın toplumsal fayda ve huzurun temini gibi sonuçları öngörmesiyle varlık bulur.
Davranışlarımızın ahlaken sorumluluklarını yerine getirmiş olmak için sadece dikkat, iyi his ve duygular da yeterli olmaz. Dışarıda insanlarla nitelikli zaman geçirdiğimizi, ciddi bir alışveriş içinde olduğumuzu unutmamalıyız. Kurallara uyan, ehliyet sahibi, işini iyi yapan ve kendini geliştiren bir insan olmalıyız aynı zamanda.
Trafikteki durumumuzu kendimizi eve atma aceleciliği, ticari faaliyetlerimizi salt para alışverişi şeklinde yorumlamamak gerekiyor. Trafiğin insanların hayatları için riskli bir alan olduğunu, ticari faaliyetlerimizle ise insanların ihtiyaçlarını karşıladığımızı ve onlara hizmet sunduğumuzu bilmek zorundayız.
Aile bireylerinden yaşadığımız dünyadaki bize en uzak canlıya kadar herkesin yaşamı birbirine dokunuyor. Buna uygun ahlaki tutum ve kontrol mekanizmaları geliştirmemiz gerekiyor. Haklı bir çıkış noktamız olsa bile toplum/dünya ile göçebe ve eğreti bir ilişki kurmamız bizi dünyada yaşanan kötülüklerin suç ortağı yapmaktan kurtarmaz.