Artık büyüdüğümden olsa gerek bu soruyu kendime sormuyorum. Bunu olumlu bir anlamda da söylemiyorum. Çocukluğumun verdiği o iyi niyet halini muhafaza edemedim gibime geliyor.
Büyümek ile çocuk olmak arasındaki fark bu olsa gerek, niyet. Bugün niyetimizi eve, arabaya, işe ve alışveriş merkezlerinde gezmeye ayarlıyoruz.
Erich Fromm, bu durumu “Sahip Olmak ya da Olmak” adlı kitabında şöyle nitelendirir:
“Artık modern insan cenneti, her şeyin bulunduğu, kredi kartlarını kullanabileceği ve hatta sadece her istediğini değil, komşusundan biraz daha fazlasını alabileceği devasa bir süpermarket olarak hayal etmektedir. Dışarıdan etkilerle oluşturulan ve devamlı uyarılan yapay istekler, reklamların da etkisiyle bireyleri sahip olduklarıyla ‘yetinemeyecekleri’ konusunda sürekli bir propagandada bulunmaktadır. Neticede bu durum toplumsal bir sendrom hâlini almaktadır.”
Oysa çocukluğumda bu soruya birçoğumuz gibi şöyle cevap verirdim: Nizamettin, sen de bu topraklarda dünyaya gelmiş her yüce gönüllü bir Anadolulu gibi önce bir cami yaptırıp, garip gurebaya yardım elini uzatmalısın. Bu bildiğimiz iyi adam portresi işte.
Bu hengamenin içinde insan, muhteşem bir zavallı. Öleceğini bilen bir canlı türü olarak da biraz trajik. Mağlubiyet ve zayıflığını kalbine, zafer ve gücünü beynine bağlamış olması bunun bir göstergesi.
İnsan kazandığında neyi kaybettiğini hesap etmiyor.
Modern bir cinnet halinde, ekmeğin suyun ve toprağın değersizleştiği, tabiatın insana küstüğü, çeşitli kablolarla etrafının sarıldığı, bankaların ve kredi kartlarının icad edildiği, savaşçıların meydanlardan kaçtığı, firavunların plazalarda yaşadığı, masum çocukların yapayalnız bırakıldığı bir devirde kazanmak, kazanmak mıdır?
Dostlar, post-modern dünya dönüyor. Zenginlik ateştir ve vaktinde yapılan infak hayat kurtarır.
Sizler niyetinizi iyiliğe çevirin ve Zülfikar’ın adaletiyle kalın.